Avrupa'daki ilk durağım ve 2010 Ağustos'tan itibaren başkent Brüksel'de öğrenci değişim programım sebebiyle 6 ay süre için kaldığım, her günü yağmur, her saati ağlak fakat patates kızartması, çikolatası, 2000 çeşit birası ve waffle'ın benzersiz tadı ile beni biraz da olsun kendisine bağlama çabası gösteren, bir türlü sevemediğim ama garip bir şekilde de özlediğim Belçika'yla başlıyorum.

Belçika ortalama bir Türk insanının kolayca alışabileceği bir yer değil.Gerek kültürel gerek sosyal açıdan olsun bu insanların düşünce anlayışı bizlerden oldukça farklı.Hafta içi neredeyse her yerin akşam 17:00 da kapandığı Belçika'da haftasonları Türk ve Fas yerleri dışında açık bir yer bulmanız oldukça zor.Ayrıca Mcdonalds vb. bilinen fast-food zincirlerini bulmanız da çok kolay değil.Starbucks gibi kahveciler bulmanız imkansız.Bu ülkeye geliyorsanız kahve namına bulabileceğiniz tek şey espresso olacak.
Yılın en az 250 günü yağmur yağan bu ülkede kar sık görülen bir şey değil.Okyanus kıyısında bir ülke olmanın avantajlarından biri.
Belçika'ya özgü çok bilinen 6 şey var.Bunlar; patates kızartması, bira, çikolata, waffle, midye ve danteller.Patates kızartması gerçekten çok değişik ve çok lezzetli, ayrıca oldukça bol verilen bir yiyecek.Genelde Belçikalılar patates kızartmasını öğle yemeği niyetine yerler.Fiyatı 1.5-2.5 Euro arasında değişen bu harika patates kızartması cebinde akrep olan Avrupalıların gözdesi.2 defa süzülerek farklı sıcaklıklardaki yağla kızartıldığı için tadı oldukça farklı ve bağımlılık yaratır derecede.
Ve Çikolata.Dünyanın en lezzetli çikolatalarını Belçika üretiyor.Çikolatanın envai çeşidini bulacağınız bu memleketin Godiva, Leonidas gibi dünyaya nam salmış ünlü markaları var.Bu markalar pahalı olduğu için sizlere Carrefour veya Delhaize marketlerinden çikolata almanızı öneriyorum.
Belçika waffle'ın doğduğu yerdir.Buraya gelip waffle yemezseniz Belçika'ya hiç gelmeyin daha iyi.Waffle seçiminizi Leonidas'tan yapmanızı öneriyorum.Leonidas dükkanlarının waffle bölümünde örnek olarak konulmuş, sizin sadece bundan istiyorum diyeceğiniz hazır çeşitler var.Siyah-beyaz çikolata ve üzerine çilek muz olanı seçmenizi öneriyorum.Bence en iyisi o.Waffle'ın fiyatı 2-5 Euro arasında değişiyor.

Bu ülkenin bir diğer velinimeti ise, ki ben denemeyi unuttum, Midye.Okyanusa kısa bir kıyı şeridi olan Belçika bunu da kendine kültür olarak çevirmeyi bilmiş.Midyeler de yine çok pahalı değil.Porsiyonunu 4 Euro gibi makul bir ücrete yiyebilirsiniz.
Daha çok Flaman bölgesine özgü olan Danteller Belçika'da oldukça yaygın.Bu danteller genelde yuvarlak oluyor ve pencerelere küçük bir vakum aparatı yardımıyla monte ediliyor.Böylece pencere o tuğla evlerin ahengiyle beraber hoş bir görünüm alıyor.Bayanların ilgisini oldukça çekecek şeyler var.

Flaman bölgesi Turizm için çok daha iyi bir seçenek.Flaman bölgesinde bir filme de konu olan Brugge ve ünlü deniz limanı Antwerpen gibi şehirleri görmeden gitmeyin.Genel hatlarıyla Belçika böyle bir ülke.Şimdi biraz da şehirlerini tanıyalım;
-Brüksel-
Gare du Nord-Kuzey istasyonu
Avrupa Birliği Parlamentosu ve Kraliyet sarayı(Sağda) 2-6 nolu metro hattı Trone metro durağında. Solda gördüğünüz kilise Brüksel'in merkezinde bulunuyor.
Yukarıdaki resimde Basilique'i görüyorsunuz.Bu kilise dünyanın en büyük 6. kilisesiymiş fakat bu bina günümüzde kapalı ve şehrin bir öteki ucunda bulunuyor.Buraya gidebilmeniz için 2-6 nolu metro hattının Simonis Elisabeth - Simonis Leopold II durağına gitmeniz gerekiyor.
Gitmeniz gereken bir diğer yer ise ''Cinquantenaire''. 1-5 nolu metro hattının Merode durağına giderek buraya ulaşabilirsiniz.Burası oldukça büyük bir park ve müze.Mutlu Avrupalılar burada genelde piknik yapar, paten kayarlar.
Brüksel'in Eyfel Kulesi sayılacabilecek Atomium'u da görebilmeniz için 6 nolu metro hattının Heysel durağına gitmeniz gerekiyor.Atomium akşam 5ten sonra kapanıyor.Giriş ücreti 11 Euro.
Adalet Sarayı da görmeniz gereken bir diğer cazibe merkezi oluyor.Bu bina dünyada görülmesi gereken 1000 yapıdan biri olarak seçilmiş.Binanın büyüklüğünü ders hocamız şu şekilde açıkladı;2. Dünya Savaşı'nda Hitler askerlerinden kaçan Belçika askerleri bu binaya sığınmış ve Hitler askerleri Belçikalı askerleri bu binada bulamamışlarlar.Binaya sadece uzaktan bakmakla yetinmeyin içine de girin kimse size niye giriyorsun diye sormaz.Binanın sağında bulunan heykel tarafında kalan şehri panoramik olarak görebileceğiniz bir yükseklik bulunuyor.
Ünü pek bilinmeyen kaka yapan kız da yukarıda gördüğünüz resim oluyor.
-Gent-
Ilık sayılabilecek bir Eylül günü Flaman bölgesinin ünlü şehirlerinden biri Gent'e okulun düzenlemiş olduğu turla yol alıyoruz.Trene biniyoruz ve 35 dakika sonra Gent'e varıyoruz.Brüksel ile kıyaslayınca daha tarihi ve nüfus bakımından az olduğunu hemen fark ediyorsunuz.Şehrin içerisinden geçen kanallar ve kanal boyu dizilen tuğla eski binalar muhteşem bir manzarayı oluşturan baş etkenler oluyor.Gent önemli öğrenci kentlerinden biri.
Belçikalıların şöyle bir huyu vardır.En küçük tarihi ayrıntının bile reklamını çok iyi yaparlar.Bu taşa bilmem kaçıncı Albert elini koymuştu gibi cümleler sizleri şaşırtmasın.Tur rehberimiz üst resimde gördüğünüz şu an adını hatırlamadığım binanın Unesco dünya kültür mirası listesinde olduğunu söylüyor ve bu bina ile ilgili 1 saate yakın açıklama yapıyor.Bu bina eskiden zindan olarak kullanılıyormuş.Günümüzde sadece tuvalet olarak işlev görüyor.
Az önceki yapının hemen karşısında bu kilise yer alıyor.Gotik yapılaşmanın en güzel örneklerini dünyada en net görebileceğiniz yer muhakkak Belçika!
Kanal boyu güzel taş köprüler, eşsiz tuğla evler sizlere görsel bir ziyafet, hemen hemen her yerde göreceğiniz patatesçiler de midenize hoş bir ziyafet çektiriyor.
Yukarıdaki resim de Gent kalesi oluyor.Yeterince çılgın bir turist olamadığım için bu kaleye gitmeye ne gerek var canım diyerek uzaktan bir resmini çekmekle yetiniyorum.
-Brugge-
Eylül'ün 3. haftası yine bir okul gezisi. Brüksel merkez istasyondan trene biniyoruz ve 1 saat sonra Brugge'dayız.Açıkçası Belçika'ya gidene kadar bu şehrin ününden pek haberim yoktu.Brugge 2. Dünya Savaşı'nda Avrupa'da hiç hasar görmeyen nadir yerlerden biri.Ayrıca yeni yapılaşmanın olmaması sebebiyle şehir tarihi yapısını korumuş.Şehrin bugünkü görüntüsü 18-19. yyda yapılan İngiliz yatırımları sayesinde olmuş.Tur rehberimiz Brugge şehrinin Kuzey'in Venedik'i olduğunu söylüyor.
Yukarıda gördüğünüz resim Michelangelo'nun en büyük eserlerinden biri Madonna.Ayrıca Brugge'un çok önemli bir cazibesi.Bu şu an adını hatırlamadığım bir kilise içerisinde yer alıyor.
Şehri gezerken hemen dikkatinizi çeken şey kanallar ve kanallar boyu ilerleyen tur tekneleri, turistler oluyor.Tur rehberimiz Brugge'un en büyük eksikliğinin bir üniversiteye sahip olmaması olarak belirtiyor.Yukarıda gördüğüz yer Brugge'un çok önemli bir cazibe ve fotoğraf çekilmek isteyenler için manzara merkezi.
Sokaklarda yürürken kendinizi 19. yyda yaşıyor gibi hissediyorsunuz.
Burası da belediye binası oluyor.Bu ülkede önemli devlet daireleri çok şaşalı binalar olarak karşımıza çıkıyor.
Kent meydanı olan bu yerde Perşembe günleri pazar kuruluyor.Ayrıca yine bu meydan etrafında çok sayıda kafe ve restoran bulunuyor.Resimde gördüğünüz büyük bina da Brugge'un en yüksek binası ve sanırım eski bir kiliseydi.Bugün bir işlevi yok.
Brugge şehrinde ayrıca bir dönem Victor Hugo da yaşamış ve burada bulunan bir göl Victor Hugo'ya çok büyük ilham vermiş.Brüksel'den sonra görmeniz gereken 2. şehir.Gitmenizi şiddetle tavsiye ediyorum.Fakat çok büyük hayaller kurmayın derim çünkü Brugge şehrini de Brüksel dışındaki diğer tüm Belçika şehirleri gibi 3-4 saatte tamamen gezip bitirebilirsiniz.
-Antwerpen-
Eylül ayının son günlerinde Flamanca kursundan bir kaç arkadaşla beraber Belçika'nın ünlü liman şehri Antverpe yol alıyoruz.Yine Brüksel merkez istasyondan yola çıkıyoruz 65 dakika sonra Antverpe ulaşıyoruz.Antverp Belçika'nın en önemli liman kenti ve ülke ekonomisine çok ciddi katkısı var.
Antverp tren istasyonuna geldiğimizde istasyonun oldukça güzel olduğu göze çarpıyor.Ayrıca 35 gün sonra nihayet bir Starbucks görmem beni ve Polonyalı arkadaşımı çok sevindiriyor.Kahvelerimizi alıp yola çıkıyoruz.
Belçika'nın genelinde bilindik marka ve mağazaları bulmanız genelde çok zor veya imkansızdır.Fakat diğer Flaman şehirlerine nazaran daha modern bir yapısı olan Antverp Belçika'nın diğer şehirlerinden bu yönde ayrılıyor.Liman kenti olması şehri dış dünyaya daha dönük yapıyor.
Resimde gördüğünüz kule Avrupa'da inşa edilen ilk gökdelenmiş.Gökdelen 27 katlı.
Arkada gördüğünüz bina şehir merkezi oluyor ve binanın üzerinde tüm dünya ülkelerinin bayrakları var.
Bu kale denizin kıyısında yer alıyor.
Bir deniz göreceğimi sandığım bu şehirde aslında deniz değil de geniş bir kanal olması beni oldukça hayal kırıklığına uğratıyor.Elimizdeki harita bu kanalın karşı tarafına geçip ilerlediğimizde bir sahile ulaşacağımızı gösteriyordu.Belki deniz oradadır diye düşünüyorum ve karşıya geçmek için altgeçite doğru ilerliyoruz.
Alt geçite inmek için bitmek bilmeyen bir yürüyen merdiven kullanıyoruz ve alt geçitten çok uzun bir süre yürüyoruz.Alt geçitin üzerinde bir su kanalı olduğunu düşündükçe yer altında olmamız hepimizi biraz kasvetlendiriyor.
Ve uzun bir yürüyüşün ardından nihayet sahile geliyoruz.Sahili görür görmez İspanyol ve İtalyan arkadaşımla beraber üçümüz gülme krizlerine giriyoruz.Polonyalı ve Çek arkadaşlarımız bize pek anlam veremiyor ve Çek arkadaşımız bize ben en son 2 sene önce sahil kıyısı gördüm maalesef bazı ülkeler sizin ülkeleriniz gibi şanslı değil diyor.Daha garibi de denize girmek yasaktır yazısının yanında duş alma yerlerinin olması.Antverp de 4-5 saat gezdikten sonra tekrar Brüksel'e dönüyoruz.Kısa bir süre Belçika'da bulunacaksanız bu şehre gelmenizin gereksiz olduğunu düşünüyorum.
-Mons-
Belçika'daki son tam günüm. 6 ay bitmiş.23 Ocak 2011 Pazar günü. Sabahın 5i miydi 6sı mıydı hatırlamıyorum. Yurttan çıktım ve Mons'a giden trene gitmek için yol aldım. Brüksel'den yaklaşık 40 dakika uzaklıktaki bu şehirin 2015 Avrupa Kültür Başkenti olduğunu öğrendiğimde gitme isteğim artmıştı. Mons'a varıyorum. Bir Pazar günü ve klasik bir Avrupa Pazarı'nda tabiki de sokakta hiçbir insan göremezsiniz. Sokaklarda yürümeye başlıyorum. Mons Fransızca konuşan bölgede yer alıyor. Hava her zamanki gibi Belçika usulü; gri ve tonları. Tren istasyonundan çıkar çıkmaz hemen bir ofis görülüyor. Avrupa Kültür Başkenti ofisini görünce Avrupa'nın sanata ve kültüre verdiği önemin tartışmasız olduğunu bir defa daha anlıyorum.
Yukarıda gördüğünüz kilise de muhtemelen önemli bir kilise. Belçika'daki kiliselerin hepsi yukarıda gördüğünüz gibidir.
2015 Avrupa Kültür Başkenti olan Mons'ta bir çok yere turistik tabela konulmuş. Oldukça faydalı fakat bu kadar küçük bir yer için bu kadar tabela biraz abartı.
Grand Place'a (Ana meydan) varıyorum. Ve bomboş. Bomboş sokaklarda tek ses kilise çanları.
Yukarıda gördüğünüz de şehrin haritası. Hiçbir yer açık değil ve karnım çok aç. Mons hakkında anlatacak pek bir şey bulamıyorum. Zaten 1 saatte çok rahat gezip bitirebileceğiniz bir şehir. Bu kadar küçük bir şehrin kültür başkenti olması beni çok şaşırtıyor. Kısa bir süre için Belçika'ya gelecekseniz bu şehri görmeniz çok gereksiz. Ve aynı gün Flaman bölgesindeki öğrenci kenti Leuven'e yol alıyorum.
- Leuven -
Yanlış hatırlamıyorsam 1.5 saatlik tren yolculuğunun ardından Flaman şehri Leuven'e varıyorum. Belçika'ya bir gün gider de ülkeyi keşfetmeye kalkarsanız Flaman bölgesinde insanların daha zengin, yapılarınsa daha göze hitap eden sanatsal bir güzelliği olduğunu ve şehirlerin içinden devamlı dere ve kanal geçişlerinin olduğunu fark edeceksiniz. Elimdeki harita ilk olarak Üniversite Kütüphanesi binasına gitmem gerektiğini belirtiyor ve ben de gidiyorum. Bina oldukça şaşalı. Fakat şaşırtıcı güzelliği yok. Ne de olsa Avrupa'da her bina güzel.
Bir kaç adım ileride altta gördüğünüz sinekli kazık bulunuyor. Bunun yapılış amacını bilmiyorum öğrenmeye de çalışmadım.
Nüdist çalışmaları Avrupa'nın her yerinde görmeniz mümkün.
Bu resim de şehrin meydanı oluyor. Solda gördüğünüz güzel bina belediye oluyor. Karşısında da büyük bir kilise yer alıyor.
Bir Flaman bölgesi klasiği : Kanallar !
Burası da Avrupa'nın en büyük barlar sokağıymış sanırım. Avrupalıları Beyoğlu'na davet ediyorum.
Kısa bir süre için Belçika'ya gelecekseniz bu şehir de beklentilerinizin çok altında kalacaktır. Saat 14:00 gibiydi galiba. Ve tren istasyonuna yöneliyorum . Önce Brüksel'e geri dönmeyi düşünüyordum fakat Go Pass'imde son 2 boşluk olduğunu fark ediyor ve hemen Mechelen'e giden trene atlıyorum...
- Mechelen -
Mechelen tren istasyonuna saat 15:00 gibi varıyorum. Genel olarak Belçika yazımda çok karamsar olduğumu hiçbir şeyden hoşnut olmadığımı sen de gitmişsin hala laf ediyorsun gibi düşünebilirsiniz. Fakat Mechelen başta beni biraz hayal kırıklığına uğratsa da sonraları çok hoşuma gitti.
Mechelen'de de diğer Flaman şehirlerinde olduğu gibi kanallar şehre başka bir güzellik katıyor.
Yukarıdaki resimde gördüğünüz yer şehir meydanı oluyor. Resimdeki en yüksek kule ise bir kilise ve kulenin adı Mechelen Kulesi. Kiliseye doğru yöneliyorum.
Kiliseye girdiğimde kuleye çıkışın 5 Euro olduğunu öğreniyorum. Cebimde kalan son 35 Euro'dan 5 Euro uzatıyorum ve kule merdivenlerinden çıkmaya başlıyorum.
Bu merdiven çık çık bitmiyor ve çok yorucu. Nefes sorununuz varsa bence çıkmayın ama yine de çıkmaya değer. Bazı katlarda kilise çanları var ve eğerki çanların çaldığı bir anda çıkıyorsanız kulaklarınız oldukça cefa çekebilir.
Mechelen'e ani gidiş kararı verdiğim için çok seviniyorum çünkü gün içinde beni en çok mutlu eden yer burası oldu. Mutlaka Mechelen'e uğrayın.Yaklaşık 15-20 dakika sonra kulenin zirvesine ulaşıyorum. Buradan tüm Mechelen 360 derece görünüyor. Tepeye vardığımda güneş çok uzun günler sonra ilk defa bulutların ardından görünüyor. Belçika bir anlamda beni uğurluyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder