8 Mart 2011 Salı

-Belçika-

Avrupa'daki ilk durağım ve 2010 Ağustos'tan itibaren başkent Brüksel'de öğrenci değişim programım sebebiyle 6 ay süre için kaldığım, her günü yağmur, her saati ağlak fakat patates kızartması, çikolatası, 2000 çeşit birası ve waffle'ın benzersiz tadı ile beni biraz da olsun kendisine bağlama çabası gösteren, bir türlü sevemediğim ama garip bir şekilde de özlediğim Belçika'yla başlıyorum.

Belçika 10 milyon nüfuslu, kendi içinde 4 bölgeye ayrılan küçüklük içinde daha da küçülen,hala kimlik arayışında olan bir ülke.10 milyon nüfusun %59 u Flamanca, %40 ı Fransızca, %1 i de Almanca konuşuyor.Ülke yönetim açısından konuşulan dillerin coğrafyaları esas alınarak 3 ayrı idari bölgeye ayrılıyor ve her bölgenin kendine ait bir hükümeti ve hükümet organları bulunuyor.Ülkenin 2 senedir ortak bir hükümeti yok ve Belçika halkı bu durumdan oldukça şikayetçi.Ülke coğrafik açıdan Valonya, Fransızca ve Almanca konuşan kesim, ve Flaman bölgesi , Flamanca konuşan kesim, 2 ayrı parça olarak düşünülüyor.Brüksel Flaman bölgesinde olmasına rağmen %90 Fransızca konuşulan bir kent.Mesela Antwerpen'den kalkan bir tren Brüksel'e gelene kadar Flamanca duyuru yapar; Brüksel'e girdiği zaman duyurular hem Flamanca hem de Fransızca olur; Valonya bölgesine gidecekse tekrar Flaman bölgesinden geçeceği için Fransızca anons kalkar ve yine Flamanca olur.Valonya bölgesine girdiği zaman artık Flamanca anons yoktur, Fransızca anons yapar; eğer ki tren Almanca konuşan bölgeye girdiyse bu defa da duyurular Almanca olur.Şimdi diyeceksiniz ki 3 dilde de duyuru yapsalar ne olur diye.Bu kural saçma da olsa böyledir.Eğer ki Flaman bölgesinde Fransızca duyuru yapılırsa bu kanunlara aykırıdır.Aynı durum diğer bölgeler için de geçerlidir.Kendi içinde 3 ayrı ülke gibi düşünülür.Bundan dolayı Belçika'nın farklı etnik kimlikleri ortak bir paydada buluşamıyor ve ülkenin bölünmesini istiyorlar.İşte bu durumda Brüksel'in konumu devreye giriyor ve her şey daha büyük bir çıkmaza giriyor.Brüksel aslında Valonya'ya bağlı fakat Flaman bölgesinde yer aldığı için ülkenin nasıl ayrılacağı konusunda bir fikir üretilemiyor.2. Dünya Savaşı sonrası değişen dengelerden dolayı Flaman bölgesi ülke gelirinde önemli bir yere sahip oldu ve önce kendi dillerini resmi dil statüsüne yerleştirdi; bugün de Valonya bölgesini parasal yönden daha fazla desteklemek istemedikleri için ayrılma taraftarı daha çok Flamanlar oluyor.Yani ayrılmanın sebebinde de kültürel ve sosyal olgulardan çok para, maddiyat gibi nedenler yatıyor.Bir de bu kadar karmaşanın içinde Belçika'yı ortak tutan simgelerden biri olduğu düşünülen Kral var.Üstteki haritada kırmızı ile boyalı yer Fransızca konuşan kesim; Yeşille boyalı yer Flamanca konuşan kesim; Mavi renkle boyanan yer Almanca konuşan kesim ve hem yeşil hem de kırmızıyla çizgili gösterilen yer ise nüfusun %10 unun Flamanca, %90 ının da Fransızca konuştuğu Brüksel. 

Belçika ortalama bir Türk insanının kolayca alışabileceği bir yer değil.Gerek kültürel gerek sosyal açıdan olsun bu insanların düşünce anlayışı bizlerden oldukça farklı.Hafta içi neredeyse her yerin akşam 17:00 da kapandığı Belçika'da haftasonları Türk ve Fas yerleri dışında açık bir yer bulmanız oldukça zor.Ayrıca Mcdonalds vb. bilinen fast-food zincirlerini bulmanız da çok kolay değil.Starbucks gibi kahveciler bulmanız imkansız.Bu ülkeye geliyorsanız kahve namına bulabileceğiniz tek şey espresso olacak.

Yılın en az 250 günü yağmur yağan bu ülkede kar sık görülen bir şey değil.Okyanus kıyısında bir ülke olmanın avantajlarından biri.

Belçika'ya özgü çok bilinen 6 şey var.Bunlar; patates kızartması, bira, çikolata, waffle, midye ve danteller.Patates kızartması gerçekten çok değişik ve çok lezzetli, ayrıca oldukça bol verilen bir yiyecek.Genelde Belçikalılar patates kızartmasını öğle yemeği niyetine yerler.Fiyatı 1.5-2.5 Euro arasında değişen bu harika patates kızartması cebinde akrep olan Avrupalıların gözdesi.2 defa süzülerek farklı sıcaklıklardaki yağla kızartıldığı için tadı oldukça farklı ve bağımlılık yaratır derecede.




Ve Çikolata.Dünyanın en lezzetli çikolatalarını Belçika üretiyor.Çikolatanın envai çeşidini bulacağınız bu memleketin Godiva, Leonidas gibi dünyaya nam salmış ünlü markaları var.Bu markalar pahalı olduğu için sizlere Carrefour veya Delhaize marketlerinden çikolata almanızı öneriyorum.




Belçika waffle'ın doğduğu yerdir.Buraya gelip waffle yemezseniz Belçika'ya hiç gelmeyin daha iyi.Waffle seçiminizi Leonidas'tan yapmanızı öneriyorum.Leonidas dükkanlarının waffle bölümünde örnek olarak konulmuş, sizin sadece bundan istiyorum diyeceğiniz hazır çeşitler var.Siyah-beyaz çikolata ve üzerine çilek muz olanı seçmenizi öneriyorum.Bence en iyisi o.Waffle'ın fiyatı 2-5 Euro arasında değişiyor.



Bir Belçika klasiği olan Bira!Belçika'nın 2000 çeşide yakın birası olduğu söyleniyor.Bunların şüphesiz en ünlüsü ve tadı en güzel olanı ve hatta bira tadını sevmeyen bana bile birayı sevdiren vişneli ''Kriek'' birası.Bunun dışında deneyebileceğiniz 1999 çeşit bira daha var tabi.Bozuk para at kola al makinelerinde Jupiter markalı biraları gördüğünüzde şaşırmayın.Burada bira içme yaş sınırı 24 değil 16!Biralar oldukça ucuz.Genelde 50 Cent-3 Euro arasında değişiyor.






Bu ülkenin bir diğer velinimeti ise, ki ben denemeyi unuttum, Midye.Okyanusa kısa bir kıyı şeridi olan Belçika bunu da kendine kültür olarak çevirmeyi bilmiş.Midyeler de yine çok pahalı değil.Porsiyonunu 4 Euro gibi makul bir ücrete yiyebilirsiniz.







Daha çok Flaman bölgesine özgü olan Danteller Belçika'da oldukça yaygın.Bu danteller genelde yuvarlak oluyor ve pencerelere küçük bir vakum aparatı yardımıyla monte ediliyor.Böylece pencere o tuğla evlerin ahengiyle beraber hoş bir görünüm alıyor.Bayanların ilgisini oldukça çekecek şeyler var.







Ülkenin bir ucundan öteki ucuna trenle 3-4 saatte gidebileceğiniz Belçika'da demiryolları çok gelişmiş ve oldukça lüks ve konforlu.Ülke yüzölçümüne göre değerlendirildiğinde dünyada demiryolarının en gelişmiş ve yoğun olduğu ülke.Uzun süreli seyahatleriniz için 26 yaş altındaysanız 50 Euro'ya alabileceğiniz ve 10 defa kullanabileceğiniz Go Pass Bileti; 26 yaşından büyükseniz 75 Euro'ya alabileceğiniz Rail Pass Bileti edinmenizi öneriyorum.Aksi takdirde biletlere çok fazla paralar ödemeniz kaçınılmaz.Ayrıca bir Pass Bileti sadece tek kişi kullanacak diye bir zorunluluk yok.Mesela 5 kişiyseniz bir Rail Pass Bilet alın böylece kişi başı 1 gidiş 1 dönüş hakkınız olacak.Siz sadece biletin üzerine tarihi ve nereden nereye gideceğinizi yazın.Bilete yazı yazmayı trene bindiğiniz gibi yapın kondüktörü gördüğünüzde değil.Kondüktör böyle bir şeyi gördüğü anda ceza kesiyor ve biletinizi elinizden alıyor.Türk mantığıyla hareket etmeyin çünkü ciddi şekilde uyarıyor veya bileti alıyorlar.Belçika demir yolları sitesi http://www.sncb.be/ . Site 4 dilde hizmet veriyor.

Flaman bölgesi Turizm için çok daha iyi bir seçenek.Flaman bölgesinde bir filme de konu olan Brugge ve ünlü deniz limanı Antwerpen gibi şehirleri görmeden gitmeyin.Genel hatlarıyla Belçika böyle bir ülke.Şimdi biraz da şehirlerini tanıyalım;

-Brüksel-

Belçika'nın ve Avrupa Birliği'nin başkenti olan Brüksel her ne kadar Belçikalılar için oldukça büyük ve imkanları fazla olan bir yer gibi görünse de biz Türkler için pek öyle değil.Brüksel tarihi dokusu, kültürel çeşitliliği, çok gelişmiş metro, tramvay, tren ve otobüs sistemleriyle sizi etkilemeyi ancak 2 veya 3 gün kadar başarabiliyor.Daha uzun kalacaklar için ise Brüksel neredeyse hiç olmayan gece hayatı ve hemen hemen her gün yağmurlu gri ve ağlak havasıyla sıkıntı yaratan bir yer olarak hafızalara kazınıyor.İstanbul ile ekonomik yönden kıyaslayınca ya neredeyse aynı bazen ise daha ucuz kalabiliyor.Brüksel dünyadaki en kozmopolit başkentlerden de birisi.Avrupa Birliği Parlamentosu yine Brüksel'de bulunuyor.Şehrin 2 resmi dili var;Fransızca(%90) ve Flamanca(%10).Bundan dolayı tüm tabelalar, duyurular 2 dilde yapılıyor.Brüksel'de varmak istediğiniz yeri bulmada sorun yaşamayacağınıza emin olabilirsiniz çünkü etrafta bir çok turistik tabela yer alıyor.Brüksel'e geldiğinizde ilk gezmeniz gereken yer hiç kuşkusuz Grand-Place/Grote Markt olmalı.Bu meydanda en büyük bina belediye binası oluyor.Bu meydanda bir çok kafe var ve fiyatları çok da abartı değil sıradan bir restoran fiyatı fakat Belçika'da ve özellikle Brüksel'de bir çok kafe ve restoran kredi kartı kabul etmiyor bu mutlaka aklınızda bulunsun aksi taktirde oldukça sıkıntı yaşayabilirsiniz.Nakit bulundurmanız çok daha iyi olacaktır.Buradan sonra gideceğiniz yer ünlü İşeyen Çocuk heykeli.Bu heykelin kutsal günlerde şarap işediğine inanıyorlar.Ayrıca yine özel günlerde değişik kıyafetler giydiriyorlar.Bu heykelin pek bilinmese de kaka yapan kız versiyonu da bulunuyor.Bu kız da şehrin ünlü barı Delirium Bar'ın da bulunduğu küçük bir barlar sokağında.Türk mahallesini görmek istiyorsanız 2-6 nolu metro hattı Botanique metro durağına gitmeniz gerekiyor.Metro çıkışında sağ tarafınızda büyük bir kilise göreceksiniz oraya ister 92 nolu tramvayla isterseniz de yürüyerek gidin.Mahallede Güllüoğlu ve Çiğköftem dahi bulunuyor.



Gare du Nord-Kuzey istasyonu

Avrupa Birliği Parlamentosu ve Kraliyet sarayı(Sağda) 2-6 nolu metro hattı Trone metro durağında. Solda gördüğünüz kilise Brüksel'in merkezinde bulunuyor.


Yukarıdaki resimde Basilique'i görüyorsunuz.Bu kilise dünyanın en büyük 6. kilisesiymiş fakat bu bina günümüzde kapalı ve şehrin bir öteki ucunda bulunuyor.Buraya gidebilmeniz için 2-6 nolu metro hattının Simonis Elisabeth - Simonis Leopold II durağına gitmeniz gerekiyor.

Gitmeniz gereken bir diğer yer ise ''Cinquantenaire''. 1-5 nolu metro hattının Merode durağına giderek buraya ulaşabilirsiniz.Burası oldukça büyük bir park ve müze.Mutlu Avrupalılar burada genelde piknik yapar, paten kayarlar.

Brüksel'in Eyfel Kulesi sayılacabilecek Atomium'u da görebilmeniz için 6 nolu metro hattının Heysel durağına gitmeniz gerekiyor.Atomium akşam 5ten sonra kapanıyor.Giriş ücreti 11 Euro.
Adalet Sarayı da görmeniz gereken bir diğer cazibe merkezi oluyor.Bu bina dünyada görülmesi gereken 1000 yapıdan biri olarak seçilmiş.Binanın büyüklüğünü ders hocamız şu şekilde açıkladı;2. Dünya Savaşı'nda Hitler askerlerinden kaçan Belçika askerleri bu binaya sığınmış ve Hitler askerleri Belçikalı askerleri bu binada bulamamışlarlar.Binaya sadece uzaktan bakmakla yetinmeyin içine de girin kimse size niye giriyorsun diye sormaz.Binanın sağında bulunan heykel tarafında kalan şehri panoramik olarak görebileceğiniz bir yükseklik bulunuyor.


Ünü pek bilinmeyen kaka yapan kız da yukarıda gördüğünüz resim oluyor.


-Gent-

Ilık sayılabilecek bir Eylül günü Flaman bölgesinin ünlü şehirlerinden biri Gent'e okulun düzenlemiş olduğu turla yol alıyoruz.Trene biniyoruz ve 35 dakika sonra Gent'e varıyoruz.Brüksel ile kıyaslayınca daha tarihi ve nüfus bakımından az olduğunu hemen fark ediyorsunuz.Şehrin içerisinden geçen kanallar ve kanal boyu dizilen tuğla eski binalar muhteşem bir manzarayı oluşturan baş etkenler oluyor.Gent önemli öğrenci kentlerinden biri.


Belçikalıların şöyle bir huyu vardır.En küçük tarihi ayrıntının bile reklamını çok iyi yaparlar.Bu taşa bilmem kaçıncı Albert elini koymuştu gibi cümleler sizleri şaşırtmasın.Tur rehberimiz üst resimde gördüğünüz şu an adını hatırlamadığım binanın Unesco dünya kültür mirası listesinde olduğunu söylüyor ve bu bina ile ilgili 1 saate yakın açıklama yapıyor.Bu bina eskiden zindan olarak kullanılıyormuş.Günümüzde sadece tuvalet olarak işlev görüyor.

Az önceki yapının hemen karşısında bu kilise yer alıyor.Gotik yapılaşmanın en güzel örneklerini dünyada en net görebileceğiniz yer muhakkak Belçika!

Kanal boyu güzel taş köprüler, eşsiz tuğla evler sizlere görsel bir ziyafet, hemen hemen her yerde göreceğiniz patatesçiler de midenize hoş bir ziyafet çektiriyor.


Yukarıdaki resim de Gent kalesi oluyor.Yeterince çılgın bir turist olamadığım için bu kaleye gitmeye ne gerek var canım diyerek uzaktan bir resmini çekmekle yetiniyorum.


 Gent hoş, güzel ve küçük bir şehir olsa da yol-tramvay hattı kazı ve çalışmalarından dolayı beni çok cezbetmiyor.Tüm şehri yürüyerek baştan aşağı 2-3 saat kadar kısa bir sürede gezmiş ve bitirmiş oluyorsunuz.Belçika'da 3-4 gün bir süre zarfında bulunacaksanız bu şehri gezmenizin gereksiz olduğunu düşünüyorum.

-Brugge-

Eylül'ün 3. haftası yine bir okul gezisi. Brüksel merkez istasyondan trene biniyoruz ve 1 saat sonra Brugge'dayız.Açıkçası Belçika'ya gidene kadar bu şehrin ününden pek haberim yoktu.Brugge 2. Dünya Savaşı'nda Avrupa'da hiç hasar görmeyen nadir yerlerden biri.Ayrıca yeni yapılaşmanın olmaması sebebiyle şehir tarihi yapısını korumuş.Şehrin bugünkü görüntüsü 18-19. yyda yapılan İngiliz yatırımları sayesinde olmuş.Tur rehberimiz Brugge şehrinin Kuzey'in Venedik'i olduğunu söylüyor.

Yukarıda gördüğünüz resim Michelangelo'nun en büyük eserlerinden biri Madonna.Ayrıca Brugge'un çok önemli bir cazibesi.Bu şu an adını hatırlamadığım bir kilise içerisinde yer alıyor.



Şehri gezerken hemen dikkatinizi çeken şey kanallar ve kanallar boyu ilerleyen tur tekneleri, turistler oluyor.Tur rehberimiz Brugge'un en büyük eksikliğinin bir üniversiteye sahip olmaması olarak belirtiyor.Yukarıda gördüğüz yer Brugge'un çok önemli bir cazibe ve fotoğraf çekilmek isteyenler için manzara merkezi.

Sokaklarda yürürken kendinizi 19. yyda yaşıyor gibi hissediyorsunuz.


Burası da belediye binası oluyor.Bu ülkede önemli devlet daireleri çok şaşalı binalar olarak karşımıza çıkıyor.
Kent meydanı olan bu yerde Perşembe günleri pazar kuruluyor.Ayrıca yine bu meydan etrafında çok sayıda kafe ve restoran bulunuyor.Resimde gördüğünüz büyük bina da Brugge'un en yüksek binası ve sanırım eski bir kiliseydi.Bugün bir işlevi yok.




Brugge şehrinde ayrıca bir dönem Victor Hugo da yaşamış ve burada bulunan bir göl Victor Hugo'ya çok büyük ilham vermiş.Brüksel'den sonra görmeniz gereken 2. şehir.Gitmenizi şiddetle tavsiye ediyorum.Fakat çok büyük hayaller kurmayın derim çünkü Brugge şehrini de Brüksel dışındaki diğer tüm Belçika şehirleri gibi 3-4 saatte tamamen gezip bitirebilirsiniz.

-Antwerpen-

Eylül ayının son günlerinde Flamanca kursundan bir kaç arkadaşla beraber Belçika'nın ünlü liman şehri Antverpe yol alıyoruz.Yine Brüksel merkez istasyondan yola çıkıyoruz 65 dakika sonra Antverpe ulaşıyoruz.Antverp Belçika'nın en önemli liman kenti ve ülke ekonomisine çok ciddi katkısı var.

Antverp tren istasyonuna geldiğimizde istasyonun oldukça güzel olduğu göze çarpıyor.Ayrıca 35 gün sonra nihayet bir Starbucks görmem beni ve Polonyalı arkadaşımı çok sevindiriyor.Kahvelerimizi alıp yola çıkıyoruz.

Belçika'nın genelinde bilindik marka ve mağazaları bulmanız genelde çok zor veya imkansızdır.Fakat diğer Flaman şehirlerine nazaran daha modern bir yapısı olan Antverp Belçika'nın diğer şehirlerinden bu yönde  ayrılıyor.Liman kenti olması şehri dış dünyaya daha dönük yapıyor.

Resimde gördüğünüz kule Avrupa'da inşa edilen ilk gökdelenmiş.Gökdelen 27 katlı.

Arkada gördüğünüz bina şehir merkezi oluyor ve binanın üzerinde tüm dünya ülkelerinin bayrakları var.

Bu kale denizin kıyısında yer alıyor.


Bir deniz göreceğimi sandığım bu şehirde aslında deniz değil de geniş bir kanal olması beni oldukça hayal kırıklığına uğratıyor.Elimizdeki harita bu kanalın karşı tarafına geçip ilerlediğimizde bir sahile ulaşacağımızı gösteriyordu.Belki deniz oradadır diye düşünüyorum ve karşıya geçmek için altgeçite doğru ilerliyoruz.

Alt geçite inmek için bitmek bilmeyen bir yürüyen merdiven kullanıyoruz ve alt geçitten çok uzun bir süre yürüyoruz.Alt geçitin üzerinde bir su kanalı olduğunu düşündükçe yer altında olmamız hepimizi biraz kasvetlendiriyor.

Ve uzun bir yürüyüşün ardından nihayet sahile geliyoruz.Sahili görür görmez İspanyol ve İtalyan arkadaşımla beraber üçümüz gülme krizlerine giriyoruz.Polonyalı ve Çek arkadaşlarımız bize pek anlam veremiyor ve Çek arkadaşımız bize ben en son 2 sene önce sahil kıyısı gördüm maalesef bazı ülkeler sizin ülkeleriniz gibi şanslı değil diyor.Daha garibi de denize girmek yasaktır yazısının yanında duş alma yerlerinin olması.Antverp de 4-5 saat gezdikten sonra tekrar Brüksel'e dönüyoruz.Kısa bir süre Belçika'da bulunacaksanız bu şehre gelmenizin gereksiz olduğunu düşünüyorum.


-Mons-

Belçika'daki son tam günüm. 6 ay bitmiş.23 Ocak 2011 Pazar günü. Sabahın 5i miydi 6sı mıydı hatırlamıyorum. Yurttan çıktım ve Mons'a giden trene gitmek için yol aldım. Brüksel'den yaklaşık 40 dakika uzaklıktaki bu şehirin 2015 Avrupa Kültür Başkenti olduğunu öğrendiğimde gitme isteğim artmıştı. Mons'a varıyorum. Bir Pazar günü ve klasik bir Avrupa Pazarı'nda tabiki de sokakta hiçbir insan göremezsiniz. Sokaklarda yürümeye başlıyorum. Mons Fransızca konuşan bölgede yer alıyor. Hava her zamanki gibi Belçika usulü; gri ve tonları. Tren istasyonundan çıkar çıkmaz hemen bir ofis görülüyor. Avrupa Kültür Başkenti ofisini görünce Avrupa'nın sanata ve kültüre verdiği önemin tartışmasız olduğunu bir defa daha anlıyorum.


Yukarıda gördüğünüz kilise de muhtemelen önemli bir kilise. Belçika'daki kiliselerin hepsi yukarıda gördüğünüz gibidir.


2015 Avrupa Kültür Başkenti olan Mons'ta bir çok yere turistik tabela konulmuş. Oldukça faydalı fakat bu kadar küçük bir yer için bu kadar tabela biraz abartı.


Grand Place'a (Ana meydan) varıyorum. Ve bomboş. Bomboş sokaklarda tek ses kilise çanları.

Yukarıda gördüğünüz de şehrin haritası. Hiçbir yer açık değil ve karnım çok aç. Mons hakkında anlatacak pek bir şey bulamıyorum. Zaten 1 saatte çok rahat gezip bitirebileceğiniz bir şehir. Bu kadar küçük bir şehrin kültür başkenti olması beni çok şaşırtıyor. Kısa bir süre için Belçika'ya gelecekseniz bu şehri görmeniz çok gereksiz. Ve aynı gün Flaman bölgesindeki öğrenci kenti Leuven'e yol alıyorum.

- Leuven -

Yanlış hatırlamıyorsam 1.5 saatlik tren yolculuğunun ardından Flaman şehri Leuven'e varıyorum. Belçika'ya bir gün gider de ülkeyi keşfetmeye kalkarsanız Flaman bölgesinde insanların daha zengin, yapılarınsa daha göze hitap eden sanatsal bir güzelliği olduğunu ve şehirlerin içinden devamlı dere ve kanal geçişlerinin olduğunu fark edeceksiniz. Elimdeki harita ilk olarak Üniversite Kütüphanesi binasına gitmem gerektiğini belirtiyor ve ben de gidiyorum. Bina oldukça şaşalı. Fakat şaşırtıcı güzelliği yok. Ne de olsa Avrupa'da her bina güzel.

Bir kaç adım ileride altta gördüğünüz sinekli kazık bulunuyor. Bunun yapılış amacını bilmiyorum öğrenmeye de çalışmadım.


Nüdist çalışmaları Avrupa'nın her yerinde görmeniz mümkün.


Bu resim de şehrin meydanı oluyor. Solda gördüğünüz güzel bina belediye oluyor. Karşısında da büyük bir kilise yer alıyor.


Bir Flaman bölgesi klasiği : Kanallar !


Burası da Avrupa'nın en büyük barlar sokağıymış sanırım. Avrupalıları Beyoğlu'na davet ediyorum.



Kısa bir süre için Belçika'ya gelecekseniz bu şehir de beklentilerinizin çok altında kalacaktır. Saat 14:00 gibiydi galiba. Ve tren istasyonuna yöneliyorum . Önce Brüksel'e geri dönmeyi düşünüyordum fakat Go Pass'imde son 2 boşluk olduğunu fark ediyor ve hemen Mechelen'e giden trene atlıyorum...

- Mechelen -

Mechelen tren istasyonuna saat 15:00 gibi varıyorum. Genel olarak Belçika yazımda çok karamsar olduğumu hiçbir şeyden hoşnut olmadığımı sen de gitmişsin hala laf ediyorsun gibi düşünebilirsiniz. Fakat Mechelen başta beni biraz hayal kırıklığına uğratsa da sonraları çok hoşuma gitti.



Mechelen'de de diğer Flaman şehirlerinde olduğu gibi kanallar şehre başka bir güzellik katıyor.


Yukarıdaki resimde gördüğünüz yer şehir meydanı oluyor. Resimdeki en yüksek kule ise bir kilise ve kulenin adı Mechelen Kulesi. Kiliseye doğru yöneliyorum.


Kiliseye girdiğimde kuleye çıkışın 5 Euro olduğunu öğreniyorum. Cebimde kalan son 35 Euro'dan 5 Euro uzatıyorum ve kule merdivenlerinden çıkmaya başlıyorum.


Bu merdiven çık çık bitmiyor ve çok yorucu. Nefes sorununuz varsa bence çıkmayın ama yine de çıkmaya değer. Bazı katlarda kilise çanları var ve eğerki çanların çaldığı bir anda çıkıyorsanız kulaklarınız oldukça cefa çekebilir.


Mechelen'e ani gidiş kararı verdiğim için çok seviniyorum çünkü gün içinde beni en çok mutlu eden yer burası oldu. Mutlaka Mechelen'e uğrayın.Yaklaşık 15-20 dakika sonra kulenin zirvesine ulaşıyorum. Buradan tüm Mechelen 360 derece görünüyor. Tepeye vardığımda güneş çok uzun günler sonra ilk defa bulutların ardından görünüyor. Belçika bir anlamda beni uğurluyor.